Ülkemizin tanınmış mankenlerinden ve görsel medyanın da yeni yıldızlarından biri.. İsim vermeyelim isterseniz.. Bir televizyon kanalında konuşuyor. Programın sunuculuğunu yapan zât da aslında yabancısı olmadığımız bir sîmâ.. O da televizyon dünyamızın yıldızlarından.. Onun da ismini vermeye gerek yok. Çünkü isimlerle işimiz yok! Bir ara konuğuna, mankenliği niçin bıraktığını ve neden televizyon sunuculuğunu seçtiğini soruyor. Ve o muhteşem cevap çok gecikmeden geliyor: “Efendim”, diyor, “Ben bu meslekte artık miladımı doldurduğuma inanıyorum.” Ve ekliyor, “Bu sebepten dolayı da ayrıldım mankenlikten..”
Dile, dilin doğru ve güzel kullanılması meselesine biraz duyarlı bir insansanız eğer, ister istemez ortaya çıkan böyle bir diyalogtan rahatsız oluyorsunuz.. Toplumun önemli bir kısmının -tabiri caizse- nefes almadan izlediği bu tür programlara katılan insanların kılık-kıyafetlerine, davranışlarına olduğu kadar, kullandıkları dile de biraz özen göstermelerini bekliyorsunuz doğal olarak.. Üstelik bu türden, mankenlik gibi, güzellik yarışmaları gibi etkinliklerin içerisinde bulunanlardan öncelikle beklenen şeyin, dilin yani Türkçe’nin doğru ve güzel konuşulması olduğunu düşünüyorsunuz.. “Ben bu meslekte miladımı doldurdum” artık derken, sakın “milat” kelimesiyle “süre” anlamına gelen “miad” kelimesini karıştırıyor olmasın ?! Evet öyle maalesef, düpedüz bu iki kelimeyi birbirine karıştırıyor bu çok meşhur kızımız..! Tabii ben bunu duyunca aklıma o anda bizzat yaşadığım ve unutamadığım traji-komik bir garabet örneği geliyor.. Fakat o, Türkçe konusunda hiç bir iddiası olmayan bir esnaf dostumuz. Konuşuyoruz, bir ara diyor ki; “Hocam, biliyor musun, bizim hanım da çok evhamlı, kuruntulu biri. Her gün hastayım diye tutturup başımın etini yiyor. Bir gün ben de aldım, hastaneye götürdüm ve tepeden tırnağa bir “ket-çap” yaptırdım. Bu durumda neler hissettiğimi az çok tahmin etmişsinizdir. Baştan ayağa kontrol anlamına gelen “çek-ap” ile yiyeceklerimize çeşni katan “ket-çap”ı birbirine katıp karıştıran bu garibe bunu nasıl izah edebilirdim ki.. Ama şimdi televizyonda 70 milyonun gözünün içine baka baka konuşan bu hanımefendi daha mı masum sizce? Neyse bir dil sürçmesi herhalde deyip geçiyoruz ama, o da ne, onun pek geçmeye niyeti yok sanki..! Ekliyor ardından; “Bu sebepden dolayı da bıraktım o işi “.. Evet, hem “sebebden“, hem de “dolayı“..
Bitmedi efendim, programın ilerleyen bölümlerinde pek şöhretli kızımıza soruyor sunucu : “Yeni dünya güzellik kraliçemiz hakkında neler düşünüyorsunuz? Kibar ve zarif bir kız değil mi? Cevaba buyurun : “Efendim, kibarlığı ve zarifliğinden “ziyade”, önemli bir başarıya imza attığı söylenebilir.” Hanımefendi, “ziyade” kelimesini orada kullanmakla cümleye hangi anlamı yüklediğinin pek farkında değil belli ki! “Ziyade” kelimesinden önce söylenen “kibarlık” ve “zarif”lik çok da önemli değil demek ki! Önemli olan neymiş? Önemli olan tabii ki başarıymış..!
Dilin, dilimizin, Türkçemizin her geçen gün bu türden hoyratça, bilinçsizce ve sorumsuzca örneklerle televizyon ekranlarında arz-ı endam etmesi hepimizi ve elbette hepinizi derinden yaralıyor olmalı.. Daha doğrusu yaralamalı.. Burada konuşulan dile bir ihanet elbette düşünülemez.. Haydi cehalet de demeyelim.! Ama kelimeleri seçerken, cümleleri kurarken bir dikkatsizlik, bir duyarsızlık, bir özensizlik olduğu kesin.. 3-5 dakikanızı verdiğiniz bir televizyon söyleşisinde Türkçemizin bu hallere düştüğünü görmek, bizi elbette üzecektir. Ve bizi asıl üzen nokta belki de bunun arkasında gizli olan şey.. Evet, hayatımızdaki incelikler kayboldukça, dilimizdeki, üslûbumuzdaki incelikleri de kaybediyoruz herhalde..
Asıl acı olan da bu sanırım.
YORUMLAR